ZELEKA’DAN EKREM GEÇTİ (13)

TARIH:

ZELEKA’DAN EKREM GEÇTİ

 

 

İkram Teke (Ekrem Taka) 1998 yılında, 58 yaşında dünyayı ve dolayısı ile Zeleka’yı terk ederken, geride güldürücü hikâyeleri ile Taşhana’yı, Semer’i, Gavuş Vadisi’ni çınlatan “hoş bir seda” bırakır. Gerçi, 58 yaşını da ölüm döşeğinde telaffuz eder. Yoksa, o zamana kadar O, hep köyün genç delikanlılarındandır. Gençlerle gezen tozan, her an evlenmeye hazır bir delikanlıdır. Ama hiç evlenmez. Her an evlenecek pozisyonda olmak, kendini devamlı gençlerle eşit durumda görmek, yetişen her nesil genç kızlar için, kendini evlenilecek önemli bir aday olarak telâkki etmek, evli olmaktan daha caziptir O’nun için. Ne zaman evleneceğini soranları, “Bu güzü geçirmem” diye yanıtlar hep. Ama onlarca güz gelir geçer, evlenmez. Müzmin bekârların aksine, evlenmesinden konuşulunca da rahatsız olmaz. Bilâkis hoşlanır bu babdaki konuşmalardan. Sohbetlerin, O’nun üzerine kurulmasından zevk alır, eğlenir. Ne derseniz deyin bu konuda, rahatsız olmaz; yeter ki ondan genç kızlarla denk, evlenecek bir kişi olarak bahsedin. Hatta sohbetin birinde, akranlarından sayılan Yeşilalan Köyü’nden Öğretmen Fuat (Temel) Yücel (1936 -…), “Ekrem niye evlenmiyorsun, şeyin kalkmıyor mu yoksa?” diye sorar Ekrem’e. O da bozuntuya vermeden cevap verir: “Uuuuh, kalkmaz olur mu? Her sabah benimle beraber fırlayıp kalkıyor.”

 

Ekrem, 1939 yılında, ikinci büyük savaşın yarattığı cehennemî bir ortamda dünyaya gelir. Babası, nev-i şahsına münhasır, renkli bir kişiliğe sahip olan Hasan Efendi Oğlu Hasan Taka (1910-1994), Annesi de Kof Ali (Kılıç) Sait (Saat)’in torunu, Muharrem Kızı Emine (1914-1973)’dir. Çocukluğunun geçtiği buhranlı yıllarda, Ekrem’in okula gönderilmesi akla gelmez bile. Çocukluğu koyun beklemekle geçer. Olup bitenlerin farkına varınca, askerlik çağı gelir dayanır. Anlı şanlı şenlikler, horonlarla askere uğurlanır. Okuma-yazmayı muhtemelen orada öğrenir. Askerliğinin en önemli olayını şöyle anlatır:

“Yemin merasimini bitirdik, ertesi gün nöbete alıştırmak için silahı omzuma verip nizamiyenin ta ucundaki bir kazma ile bir küreğin başına dikerler. Bir saat falan geçince akşam olur ortalık kararır. Açıkçası biraz da ürkerim. ‘Ne olacak yani, bunları burada bekleyeceğime koğuşa götüreyim. Nihayet bir kazma bir kürek,’ diye düşünerek, omuzlayıp dayanırım nizamiyeye. Beni gören çavuşlar fırlarlar yerlerinden. ‘Aman ne yaptın, nöbet yerini terk etmek çok büyük suçtur, hemen yerine dön, birazdan değiştireceğiz seni’ derler. Hem şaşırdım hem de çok tuhafıma gitmişti telaşları.”

Kaval çalmayı öğrenmesi, gençliğinin en önemli kazanımı olur. Onun sayesinde her devir gençliğinin – horonda kaval çalması için – aranan adamı olur. O da bu havaya kapılır, hayatını her an evlenmeye aday genç nesil bir delikanlı olarak tamamlar. Tabi hayal ettiği kızı bulursa(!). Hayal ettiği kızı; hem köye hem şehire gelecek şekilde yetiştirilmiş, sütte yıkanmış gibi bembeyaz, fincana konup seyredilecek derecede güzel, birinci undan yapılmış taze buğday ekmeği kıvamında tarif eder. Bir nevi peri masallarının “Pamuk Prenses”ini hayal eder hayatı boyunca…

1968 yılı yazında bir çarşamba günü, kızlı erkekli elli altmış kadar genç, konak yerlerinde horon oynaya oynaya yaylaya gidiyorduk. Koçot Gürgenleri yöresini tırmanırken, bir taraftan yürüyor, bir taraftan da sohbet ediyoruz. Ekrem söz arasında: “Kız olsam bu delikanlılardan sadece birini alırdım” der ve herkes merakla devamını bekler. Aynı zamanda akrabası olan kızlardan biri, bu yakınlıktan da cesaret alarak atılır: “Ağabey kimi?” Ekrem, “Haaaaaaaaaah! Tamam, hemen de sana diyordum onu şimdi” diye yanıtlayınca, kahkahalarımız Şehit Vadisi’ni dakikalarca çınlatır.

Ekrem, her fırsatta, ilk gençlik yıllarında çok aksi olduğunu ve çok kişiyi dövdüğünü anlatır. Ne var ki böyle bir olaya kimse şahit olmamıştır. Varsın kimse görmesin, Ekrem bu savını sonuna kadar sürdürür. Ölümünden birkaç yıl önce, yolların karla kapalı olduğu bir salı günü, Recep Arslantürk (1956-…) ve İlhan Atalay (1956-…) ile yaya olarak Çaykara yoluna koyulurlar. Yolda Ekrem yine sözü eski maceralarına getirerek kabadayılığından dem vurunca Avukat Recep ısrar eder:

“Hepsine okey, yalnız bir somut örnek ver bize, de ki filan zaman filan kişiyi filan yerde dövdüm. Bu kişi halen yaşayan biri olsun ki, doğrulayabilelim olayı.”

“Ohooooo” der Ekrem, “tonla örnek verebilirim. Meselâ, Holaysa’lı (Yeşilalan Köyü’nden) Ahmet Taban, bir yaz başı yaylalar henüz şenlenmeden, sürüsünü çayırlarımıza koyar, otlatır. Ben de yayladayım. Koyunlarını alıp götürmesi için ikaz edince diklenir. Ben de döve döve kovaladım onu yayladan. Koyunlarını alıp kan revan içinde yaylayı terk etmek zorunda kaldı.”

Yarım saat sonra Çaykara’ya inerler. Çarşı girişinde Ahmet Taban onlara doğru gelmektedir. İlhan yakinen tanır kendisini. Merhabaları, sohbetleri vardır sürekli. “Ahmet Ağabey, biraz gelir misin” diyerek çağırır Ahmet’i ve sorar:

“Bir zamanlar, yaylalar şenlenmeden sürünü Ekrem Ağabeylerin mahallesindeki çayırlara sürmüşsün, O da görmüş seni. Doğru mu?”

“Evet doğru” der Ahmet.

“Seni görünce ne yaptı?” diye sorar tekrar İlhan.

Ahmet çok doğal bir şekilde, “Ne yapacak. ‘Gel Ahmet acıkmışsın sen, taze yoğurt yaptım, sıcak mısır ekmeğim de var, gel yoğurt yiyelim’, dedi ve yedik.”

Konuşmanın ortasında gülümsemeye başlayan Ekrem sonunda kendini tutamaz, kahkaha ata ata Hüsnü’nün kahvesine dalar, “Yahu bırakın eskileri, gelin çay içelim” diyerek.

Ekrem’in hayatı insanları güldürmekle geçer. Yediden yetmişe herkesin arkadaşıdır. Hayalindeki yavuklularının sevdikleri delikanlılardan hoşlanmasa da, bunu belli etmeyecek derecede zeki ve gururludur.

Gururlu yanı, kendisine yapılan bir iyiliğin altında kalmasına da müsaade etmez, illa karşılığını vermek ister. Kardeşi Mehmet Nuri Teke (1947-…) Beşikdüzü Öğretmen Okulu’nda öğretmen iken, Ekrem ziyaretine gider. Ertesi gün Nuri Bey evini taşımaktadır, bir lojmandan öbürüne. Okul müdürü de sabahtan akşama kadar yardım eder onlara. Sırtlar, taşır o da mobilyayı, eşyayı. Ekrem şaşırmıştır; müdür büyük adam demektir Ekrem için. Koca müdür onların eşyasını taşıyor, bu ne büyük bir onur. Bunun altından nasıl çıkacaklarını düşünür durur gün boyu. Ucuz bir çözüm bulamaz. Daha doğrusu ucuz çözümü yakıştıramaz kendilerine. Akşam iş bitiminde kardeşini kenara çekerek talimat verir:

“Sor ona; düşmanı varsa vurup s…keyim anasını!”

Özel hayatında çok dürüst ve dindardır. Ama asla tutucu değildir. Bir de namaz kılmıyorsanız kızını istemeyeceksiniz. Ona da çok kızar(!). Bir gün Boğa Mahallesi’nde, evli- bekâr, kalabalık bir grup sohbetteler. Ekrem sırt üstü, uzanmaktadır halının üzerinde. Bir gün önce kestiği çayırın yorgunluğunu çıkarmaktadır. Grup içindeki evliler, Yaşar Korkmaz ve onun akranı bekârlara takılır dururlarken, A., “Ekrem Ağabey, bütün kabahat senin, sen yanlış yapmasaydın bunlar bize böyle takılamayacaktı” der. Ekrem sırt üstü cevap verir: “Ne oldu, ne yaptım?” A. devam eder: “Sen zamanında evlenseydin, bekâr olmayacaktın, sana takılamayacaklardı. Şimdi benim kadar da bir kızın olacaktı; onu da bana verirdin, benim için de konuşamazlardı.” Ekrem bu sefer hiddetle fırlar yerinden, doğrulur, tehditkâr bir şekilde sağ işaret parmağını A.’ya savurarak devam eder: “Serseri, Anasını s…keyim O’nu sana verenin! İş yok güç yok, namaz yok niyaz yok, kız vereceğim sana, başka işim yok!”

Popüler sağ bir partinin taraftarıdır ama karşı partiye mensup olanların hepsi ile de dosttur. Bir ara bu dostlarının ısrarlarına dayanamaz, karşı sol partiye üye olur. Hediye olarak da bir çift sarı çizme armağan edilir kendisine. Ancak bu sefer hepimiz bu konuyu konuşur oluruz köyde. Takılırız Ekrem Ağabey’e. Ne oldun, nasıl oldun, ılımlı mısın, aşırı mısın? Soruların ardı arkası gelmez. Dayanamaz on beş gün sonra istifa ederek iade eder çizmeleri. Yeni durumunu soranları da her zaman ki gibi güldürür cevabıyla:

“Her sabah Huşo değirmenlerindeki şelaleye gidip yıkanıyorum. Yarım saat boyunca, su ağzımdan girip g…tümden çıkıyor. Altmış gün gidip gelirsem belki temizlenirim.”

Yılda birkaç ay gurbete gider, inşaatlarda çalışır; sigara ve kahve parasını temin edince de, bir bahane bulup erken döner, çok sevdiği Zeleka’ya. Dolayısıyla paralı olmadığı için de, “Kızlar paralı adam aramıyor, yakışıklı, forslu adam arıyor” der her zaman. Ta ki Libya’ya gidip dönünceye kadar… Libya’dan dönünce 22.500 Lirası bankada, 6500 Lirası da alacak olarak firmanın kasasındadır. Kendince zenginler sınıfına geçen Erkem’de söylem de değişir ve şöyle der: “Yahu, şimdi kızlar akıllandı, paralı adam arıyorlar. Ne yapacak senin forsunu, güzelliğini. Fors, güzellik yenmez ki.”

Ekrem’in hastalığı ve ölüm döşeği bile gülmek güldürmekle geçer. Şaşırtıcı ve ilginç hayat akışına paralel olarak prostattan rahatsızlanır. Hastalığın ilk yılında, her Türk gibi, O da doktora gitmez. Birinin öbürünün önerdiği ilaçları kullanır. Azar azar ilerler hastalığı. Bir ara, idrarı bulaşmasın diye, naylon poşetler geçirir üzerine. Kalabalık bir sohbette, prezervatifi kastederek, “Ekrem Ağabey, bu uşakların hepsinde daha kullanışlı torbalar var, versinler de onlardan kullan, daha kip ve kullanışlıdır onlar” şeklindeki istihza-i önerime, “Yok canım, onlar bana olmaz, küçük gelirler,” şeklinde yanıtlayarak, hem ayrıcalığını vurgular, hem de hasta halinde bile güldürmeye devam eder bizi.

Trabzon Numûne Hastanesi’nde tedavi gördüğü son günlerinde, etrafında birikmiş, moral verici konuşmalar yapıyorduk. Ekrem her zamanki ustalığı ile söze girer: “Bu sabah vizite gelince doktora, ‘kes şunu doktor bey, çok çektirdi bana’ dedim. Doktor kızdı bana, ‘öyle şey mi olur, o daha çok lazım olacak sana’ dedi” diyerek kahkahalara boğarak, hastayı, hastalığı, hastaneyi unutturur bize.

Hayatımız boyunca bizleri güldürüp yerlere seren Ekrem Ağabeyimizin esprili hikâyelerinden tadımlık bir kaç örnek vermeye çalıştık. Gerisi anlatılacak asırlar boyu Zeleka Dağları’nda. Güldürmeye, düşündürmeye devam edecek Ekrem Zelekalıları, “Ağustos’ta yaylada olmayanın, ya aklı yok ya parası” gibi veciz sözleri ve komik hikâyeleriyle.

 

Ahmet MUTLUOĞLU

Üsküdar, 25. 01. 2009

 

Kaynaklar:

  1. Temel Yücel, Emekli Öğretmen, (1936-…)
  2. Mehmet Nuri Teke, Emekli Öğretmen, Hasan Oğlu, (1947-…)
  3. Ali İlhan Atalay, Emekli Mobilyacı, İbrahim Oğlu, (1956-…)
  4. Mehmet Recep Arslantürk, Emekli Öğretmen, Avukat, Mehmet Oğlu, (1956-…)
  5. Yaşar Korkmaz, İnşaat Kalfası, Mustafa Oğlu, (1963-…)

 

 

SOSYAL MEDYA'DA PAYLAS:

EN COK OKUNANLAR

Buna benzer icerikler
Related

HAYDI YAYLA’YA MOL’UN ÜSTÜNE (18)

HAYDI YAYLA'YA MOL'UN ÜSTÜNE Tüm Çaykara’da olduğu gibi, köyümüzde de...