TEMSİL
Dört yüz senelik Zeleka Tarihi’nden geçerken iz bırakanlardan biri de Ahmet Ali Mutlu (Kutri Ali Efendi)’dur. Günümüze kadar ulaşan Zeleka Tarihi’nin dörtte birini yaşayan Ali Efendi. 1977 yılında vefat ederken, geride uzun bir yaşam, zengin bir kültür ve asırlarca anlatılacak hikâyeler bırakır. Yaradılışından mı yoksa yetişme tarzından mı bilinmez, hem çok rahat, hem de düşündüğünü ifâde etmekten sakınmayan bir kişiliğe sahiptir Ali Efendi.
Rahmetli İkram Teke (Ekrem Taka, 1939-1997), Ali Efendi’nin bu hasletini şöyle anlatır:
“Çaykara’ya Kızılay Derneği Kongresi’ne gitmiştik. Ben ve Ali Efendi, üye olarak bizim köyü temsil ediyorduk. Her köyden birer ikişer temsilci olmak üzere, elli altmış kişi kadardık. Divan başkanlığını kaymakamın yaptığı toplantı, dar bir mekânda cereyan ediyordu. Konuşmalar ve formalitelerden sonra sıra, kurulların seçimine gelir. Kaymakamın, herkesin divan masasından alacağı bir kâğıda, tahtada yazılı adaylardan beş kişiyi yönetim, üç kişiyi de denetim kurulu için yazıp, sandığa atmasını istemesiyle ortalık karışır. Üyelerin hepsi birden masaya hücum eder. Seksenli yaşlarını geride bırakmış bulunan Ali Efendi itilir, kakılır, arada ezilir duruma düşer. Kalabalık arasında düşmemek için tutunmaya çalışırken bir taraftan da haykırır keskin ve etkili sesiyle: ‘Temsil, insanları da eşek, kaymakamı da eşek; bu ne biçim iş, bu ne biçim toplantı!..’ Ben hemen yanına koştum. Kaymakam duymasın diye gürültülü bir şekilde, ‘ne oldu Efendi, kağıt alamadın mı, ben alırım sana,’ gibi sözler sarfettimse de, gürültüm yetersiz kaldı ve kaymakam tüm söylenenleri duydu. Tabii hiçbir “lâzıma gelmez“ söylenenler. Güya duyulmadıya getirilir. Eee, sarfeden Ali Efendi olunca, küfrü bile hoş karşılanır.”
1886 yılında dünyaya gelen Ali Efendi, Kutri (Mutlu) I. Hasan’ın (1834- ?) oğludur. Annesi, Eğridere Köyü Zeamet Mahallesi’nden Paşali İsmail’in kızı Fındıka (1849-1924)’dır. Çocukluk ve gençlik dönemlerinde bir taraftan medrese eğitimi alırken, diğer taraftan da inşaatlarda çalışarak, inşaat ustalığını öğrenir. Becerikli bir ahşap ustası ve aranan bir duvarcıdır. Köyde halen mevcut bulunan Kaya Zekeriya’nın evinin, baş ustasıdır. Keza, Vehbi Koç’un ilk müteahhitlik eseri olan Ankara Numune Hastanesi’nin inşasında da, baş usta olarak görev alır.
İlk evliliğini Akyüz (Kuskar) Mehmet’in kızı Fatma Havva (1889-1963) ile, ikinci evliliğini de Selçuk (Çomak) Mustafa’nın kızı Fatma (1895-1987) ile yapar. İlk evliliğinden; Hatice (1919-1971), Mehmet (1923-1989), Dursun Ali (1924-1960); ikinci evliliğinden de Hanife (Ayşe, 1925-1998), İsmail (1926-1978), Salihe (1928-2001) ve İbrahim (1932-…) dünyaya gelir.
Ali Efendi, ölünceye kadar gazete okuyan, günlük olaylarla ve olup bitenlerle ilgilenen, sosyal hayata aktif bir şekilde iştirak eden ve Zeleka çoğunluğu tarafından kanaat önderi ve lider kişilik olarak kabul edilen karizmatik bir şahsiyettir. Çevre köylerde ve ilçe yönetim kademelerince tanınan ve bilinen bir kişidir. Köyümüz Kutri Camii’nin 1950’li yılların başlarında inşaatının başlamasına, 1970’li yılların sonlarında da tamamlanmasına öncülük etmiştir. Ayrıca köyde ve ilçede kamu yararına yapılan her işe, kayıtsız şartsız destek vermiştir hayatı boyunca.
Düzenli bir beslenme ve dinlenme alışkanlığına sahip olan Ali Efendi, öğlenleri öğlen uykusuna (siesta) yattığı için, gece sohbetleri meşhurdur. Muhtar Koçot’ta (Mehmet Atalay, 1880-1952) baş başa sohbet ettikleri bir gece çaylar, kahveler içilir, meyveler alınır vakit gece yarısını bulur. Muhtar, bir nevi kalkalım anlamında, esnemeye başlar. Sinsi bir zekâ ile durumu fark eden Ali Efendi yavaşça kalkar. Muhtar içinden “tamam paltosuna yöneldi, gidiyor” diye düşünür sevinerek. O da gerçekten paltosunun asılı bulunduğu, tahta duvara çakılı, çam ağacı dalından imal edilen çengele yönelir. Muhtar ayakta, Ali Efendi’nin paltosunu almasını beklerken, O, ceketini çıkarır paltosunun üzerine asar. Geri, yerine otururken de, “Burası bayağı sıcak oldu; temsil, varsa bir ayran da içilir,” diye ilave eder.
Bu konuda benzeri bir olayı da, torunu rahmetli Behzat Taka (1940-1993) anlatır:
Ali Efendi, Ankara’ya, kızını, damadını, torunlarını ziyarete gider. Mevsim kış, geceler uzundur. Akşamları komşular, hemşehriler de gelir; tatlı sohbetlerle gülünür eğlenilir. Böyle bir sohbet akşamında, yemekler yenir, akabinde kahveler içilir, bir iki saat sonra okkalı çaylar, Of Fındığı ile alınır, hazmedilir, gece yarısına doğru da meyveler alınır. Tüm bu işlemler derin ve tatlı bir sohbet eşliğinde, aheste aheste yapıldığı için, saat sabahın birine yaklaşır, gözler küçülür, esnemeler sıklaşır. Ali Efendi yeni oturulmuş gibi iştahla sohbetini sürdürmektedir. Behzat, vaktin geçtiğini, kendince vurgulu ve etkili bir şekilde dedesine hatırlatmak için, “dede bir kahve daha içer miyiz, yaptırayım mı”der. Ali Efendi sakin tavrıyla döner ve tarihî cevabını verir Behzat’a: “Temsil acelesi yok, daha vakit var.”
Ali Efendi’nin karadenizlilik tarafı çok hassas olduğundan olsa gerek, çok kolay kızar ve sinirlenir. Anormal davranış ve sözlere tahammülü yoktur. Çevrede de bu tür davranışlar çok fazla vuku bulduğu için, zaman içinde tahammül gücü örselenir, azalır. Buna bağlı olarak da sin-kaflı hitapları çoğalır, zamanla da meşhurlaşır. Ağız alışkanlığı olduğundan da, kızılmaz bu hitaplarına. Bizim sohbetlerimiz, bunların onlarcasını anlatıp kahkahalar atmakla geçti. Bu satırlar, bunları anlatmak için müsait değildir kuşkusuz. Ama en çarpıcı örneklerinden birini anlatarak yetinelim isterseniz.
Yazının başında da bahsolunduğu gibi, 1950’li yılların başında, Ali Efendi’nin öncü girişimi ile Kutri Camii’nin birinci kademe inşaatı yapılır ve sağlam taş duvarının üzerine köyümüzün ilk beton tablası dökülür. Biri çocuk okutmak, diğeri teravih kıldırmak için kullanılmak üzere, iki kısımdan oluşan cami hizmete açılır. Çatı düz beton olduğu ve ileride bir kat daha atılması düşünüldüğü için, ayrıca çatı yapılmaz. Gelin görün ki, mahallede oynamak için alan bulamayan çocuklar için bulunmaz bir yer olur caminin üstü. Arazi yamaç olduğu için de, arka taraftan rahatlıkla çıkılır oraya. Bir taraftan caminin kutsiyeti, diğer taraftan betonun çatlayıp su sızdırma riski, Ali Efendi’yi tedirgin eder ve orayı çocuklara yasaklamasına yol açar. Ama bunlar çocuk. Daha da vahimi “velet”! Yasak masak dinlerler mi! İkide bir caminin üzerine çıkar, hoplar zıplar, boğuşur bağrışırlar. Sesleri duyan Ali Efendi avluya çıkar, camiye doğru başını kaldırır, ”anasssını …” diye başlayarak küfreder ve çocukları kovar. Ama dedik ya, velet bunlar. Kaçarlar, bir zaman sonra yine gelirler. Ali Efendi’nin işlemi aynen tekrarlanır. Çocukların elebaşısı durumunda olan Yakup Şenoğlu (1946-…), 16 Aralık 2008 tarihinde, İstanbul Okmeydanı’nda kendisi ile yaptığımız söyleşide olayı şöyle anlatır:
“Her kaçışta ve caminin üzerinde her görünüşte, ben en öndeydim. Aylar yıllar geçer, biz onlarca ve belki de yüzlerce defa yakalanırız, kaçarız; daha sonra – en geç ertesi gün- yine çıkarız caminin üzerine. Ali Efendi, hemen hemen her seferinde bizi, ‘anassını …’ diye başlayarak kalaylar ve kovalar. Bu böyle aylarca devam eder. Kovalamaktan ve anamıza küfretmekten bıkar Ali Efendi. Bir gün yine oynuyoruz caminin üstünde. Gürültü patırtı kırıla gidiyor. Şamatamızı duyup evinin avlusuna çıkınca, yine beni gören Ali Efendi durur, diklenir ve bu sefer sakin, rahat, yumuşak bir sesle: ‘Yakup, niçin her zaman ananızı s…memi istiyorsunuz, hoşunuza mı gidiyor?’ der ve o yalpalı yürüyüşü ile bir sağa bir sola sallanarak evine girer.”
Halen, Kutri Camii’nin yanında istirahat etmekte olan Ali Efendi’nin, ilerde belki örneklerini sunmaya devam edeceğimiz hikâyeleri, Zeleka durdukça anlatılmaya devam edecek, genç ihtiyar herkesi güldürecek ve kendisinin rahmetle anılmasını sağlayacaktır.
Ahmet MUTLUOĞLU
Üsküdar, 19. 12. 2008
Kaynaklar:
- Ekrem Teke, Hasan oğlu (1939-1997)
- Behzat Taka, İrfan oğlu (1941-1993)
- İlyas Keskin, Mehmet oğlu (1946-…)
- Yakup Şenoğlu, Mustafa oğlu (1946-…)
- Kemal Akdoğan, Şakir oğlu (1952-…)
- Ömer Mutlu, İsmail oğlu (1959-…)
- Celalettin Mutlu, Mehmet oğlu (1959-…)