MÜSLÜMAN DİYARI NEREYE DENİR (10)

TARIH:

MÜSLÜMAN DİYARI NEREYE DENİR

Değerli okuyucular! Farkındaysanız, köyümüz ve köylülerimizle ilgili yazdığımız yazılar, babadan çocuğa, dededen toruna, günümüze kadar ulaşan olayları kapsamaktadır. Doğal, yaşanmış, iz bırakıp zihinlerde kalan ve daha çok komik, alışılmışın dışında olaylardır bu olaylar. Çünkü yaşandıkları andan sonra anılabilmeleri için, sıradan olaylar olamazlardı. Sıradan olaylar sürekli tekrarlanarak yaşanmış ve yaşanmaktadır, her toplumda olduğu gibi, köyümüzde de. Sohbetlerde sıradan olaylar anlatılmaz. Bir olayın üç gün sora, üç ay sonra, üç yıl sonra ve üç asır sonra anlatılabilmesi için çok sıra dışı olması, çok farklı olması, ders verici olması gibi özellikleri taşıması lâzımdır. Biraz da güldürmesi veya nadiren de olsa düşündürmesi gerekir, uzun yıllar canlı kalabilmesi için. Bunu şu ana kadar yazdığımız daha çok eğlendirici ve güldürücü yazılardan da anlamak mümkündür. Bu gün biraz da düşündürücü bir olayı aktararak, köyümüzde insanların sadece şakalaşıp gülmediklerini, ciddi olayları da konuşup tartıştıklarını, ve hassas bazı konuları günümüz insanından, yani bizlerden çok daha objektif bir şekilde değerlendirebildiklerini görelim.

 

Kutri Ahmet Efendi (Mutluoğlu); 1872 yılında Zeleka (Taşören) Köyü’nde doğdu. Doğduğu ev, halen işlevini sürdürmekte olan Kutri Camii’nin altındaki üç eski evin ortasındaki evdir. Çocukluğunun nasıl geçtiği konusunda detaylı bilgi sahibi olmamamıza rağmen, ilk tahsiline, hoca olan Babası Kutri Mehmet Efendi’nin yanında başladığı bilinmektedir. Orta öğrenimi diyebileceğimiz devamındaki eğitimini de, Yeşilalan Köyü’nden Meşhur Hoca Ferşat Efendi (1866-1929)’den aldıktan sonra, tahsilini devam ettirip ilerletmek ve tamamlamak için İstanbul’a geldiği, Süleymaniye’de Kepenekçi Medresesi’nde tahsil gördüğü ve aynı Medrese’de dersiamlık (hocalık) yaptığı da bilinmektedir.

 

30 yaşına gelince İstanbul’daki eğitim faaliyetlerini sonlandırıp köye dönen Ahmet Efendi, ilk evliliğini, Amcası Kutri Hasan’ın kızı Altuna Hanım (1882-1930) ile yapar.  Bundan sonraki çalışmalarını Ankara civarında ve o zamanki adıyla Âsi Yozgat, şimdiki adıyla Elmadağ’da devam ettirir. Muhtelif aralıklarla, ömrünün kırk yıla yakın bir kısmı burada geçer. Fadime (1903-1971), Ayşe (Sakine) (1908-1944), Mahbube (Makbule) (1911-1987), Şerife (1920-2006) ve Kafiye (1924-2001) adlarında beş kızı doğar. Yaşı dolayısı ile eşinin bir başka doğum yapamayacağını ve o zamanın değer yargılarına göre erkek evladının olmamasının, hanesinin kapanacağı düşüncesi ile ve yine o zamanlar normal olarak değerlendirilen şekli ile ikinci evliliğini aynı adlı, Kadahorlu Dündar Hamit Çavuş’un kızı Altuna Hanım (1898-1980) ile gerçekleştirir. II. Altuna’dan  ilk oğlu Mahmut Sait (Eset) (1925-1992) doğar. Bir yıl sonra ise ilk eşi I. Altuna’dan ikinci oğlu Mehmet Hulüsi dünyaya gelir (1926-…). Daha sonra II. Altuna’dan Mustafa (1927-1993), Feride(1935-…) ve Saniye (1937-1949) dünyaya gelirler.

 

Çok iyi bir din alimi olmanın yanında, iyi bir  hattat olan Ahmet Efendi’nin gerek el yazısı gerekse levhaları meşhurdur. Derin bilgisi ve güzel yazısı dolayısı ile Elmadağ’da, nahiyenin değişik alanlarda kayıt memurluğunu da üstlenmiştir. Elmadağ’da çalıştığı camiiyi ve bölgeyi, 2007 yılı Aralık ayında  ziyaret eden torunu Mehmet Mutluoğlu’nun bire bir mülakat yaptığı yaşlı dedeler, kendilerinin nüfus kaydını O’nun yaptığını söylemişlerdir.

 

Ahmet Efendi aynı zamanda saatçılık ve eczacılık da yapardı. Saatçı takımlarına yakın zamana kadar, bölük pörçük rastlanılmaktaydı. Keza kendisinin imal ettiği “Efendi’nin Kara Merhemi” diye adlandırılan yuvarlak teneke bir kutudaki acı kokulu merhemi; doktor, hoca, kocakarı ilacı, muska, tütsü v.s. her türlü devayı deneyip iyi olamayanların yaralarına son çare olarak, iki sabah sürülünce yaranın iyileştiğine, halen yaşayan bir çok kişi şahittir.

 

Köyde bulunduğu zamanlar birinden diğerine geçilen iki odada oturur; birincisinde misafirlerini kabul eder ve öğrencilerini okutur, ikincisinde ise kitaplarını, özel eşya ve aletleri ile ikram malzemelerini bulundururdu. Günümüze kadar ulaşan ve fakat henüz değerlendirilemeyen bir kütüphanenin de sahibiydi

 

Çevresinde bilgisine başvurulan, akıl danışılan Ahmet Efendi, İstanbul’da iken I. Abdülhamit’in tahttan indirilmesi için, o zamanki ilçemiz Of”a gelerek imza topladığı, İstiklal Savaşı esnasında bizzat Kuvva-i Milliye’ye iştirak ettiği, İlk Meclis’in açılış törenlerine katıldığı (Atatürk ve arkadaşlarının el kaldırıp dua ettiği fotoğrafta, Atatürk’ün hemen sağında, İsmet Paşa’nın arkasındadır), yaşı dolayısı ile İstiklal Savaşı’nda “ambar memuru” olarak görevlendirildiği bilinmektedir. Cumhuriyet’in ilk yıllarında, yeni icat olan “gramofon” hakkında bilgisine başvurulması üzerine “İyi, yararlı bir alettir. Ancak bazı kaynaklarda belirtildiğine göre ahır zamanın alâmetlerindendir” (Bazı kitaplarda Peygamberimizin, “ahır zamanda demirler konuşacak,” dediği rivayet edilir.) yorumu ile “Ankara İstiklal Mahkemesi”nce tutuklanıp yargılanır. Kuvva-i Milliye mensubu olduğu, İstiklâl Savaşı’na katıldığı ve Elmadağ Cumhuriyet Halk Fırkası (Partisi) mensubu olduğu belgelenince beraat eder. Kendisine dini kıyafetle serbest dolaşım ruhsat ve belgesi verilir. Ölünceye kadar her yerde sarık ve cübbesi ile seyahat eder.

 

Cumhuriyet’in oturmasından sonra, tekrar Ankara’ya döner ve Elmadağ’daki görevini sürdürür. 1950 yılında, 78 yaşında hac farizasını îfa ederken vefat eder ve orada kalır.

 

2008 Yılı Haziran Ayı’nda İstanbul-Kuzguncuk’ta mülâkat yaptığımız Resul Atalay (1915-…) Ahmet Efendi’yi şöyle anlatır: “Biz O’nu büyük bir din alimi olmasının yanında, son derece cömert bir insan olarak tanırız. Özellikle meyve zamanlarında köyün girişindeki bol meyveli arazisinden topladığı meyveleri, iki taraflı, büyük heybesine doldurur, güçlü omuzlarına alır, köy çıkışındaki evine gitmek için kat ettiği iki kilometrelik yol boyunca rastladığı yediden yetmişe, kadın erkek, çoluk çocuk ayırt etmeksizin dağıtması, O’nun hatıralarda kalan en önemli hasletlerindendir. Köyde “Kutri”nin meyvelerinden yemeden büyüyen hiç kimse yoktu.” Ayrıca zamanın özellikle kız çocukları O’nu gurbet dönüşü dağıttığı, incik boncuk ile hatırlayıp anmıştır yıllar boyu. Hatta, oğlu Mahmut Sait (Eset) de bu geleneği devam ettirmiştir, milletin zenginleştiği 1980’li yıllara kadar.

 

2007 Yılı Ekim Ayı’nda uzun bir söyleşi yaptığımız Asırlık Çınar Mehmet Asanoğlu (1905-…) Ahmet Efendi’yi anlatmaya sıra gelince, diklenir, derin bir nefes alır ve anlatmaya başlar:

 

“Bildiğimiz sıradan bir hoca değildi. Cüsseli, ak sakallı, iyi kumaştan dikilen, dinî kisve ile gezen, az ve öz konuşan, çevresinde ileri derecede saygı duyulan bir kişiydi. Köyde bulunduğu zamanlar, cemaatin ısrarı ile zaman zaman, Büyük Cami’de vaaz verir, köylüye nasihatte bulunurdu. Vaazlarında konuştuklarının etkili ve kalıcı olmasını sağlamak için, sorular sorarak dinleyicileri de sohbete katar, dikkatleri canlı tutardı. Hatırladığım son vaazlarından birinde, konu, ‘Müslümanlık’ idi. Ahmet Efendi, kürsüde doğruldu, arkasına yaslandı, sevecen bir tavır ve hafifçe gülümseyen bir eda ile ‘Muhterem cemaat, sizce bir beldenin Müslüman beldesi olduğu, orada yaşayan insanların Müslüman oldukları nasıl anlaşılır?’ diye sordu. Aldığı cevaplar şöyleydi:

 

– O beldede cami varsa, Ezan-ı Muhammedi okunuyorsa, o belde Müslüman beldesidir.

 

– Namaz vakti camisinde cemaat kalabalık bir şekilde namaza iştirak ediyorsa, o belde Müslüman memleketidir.

 

– Bir beldenin erkek ve kadınları, İslâmî kıyafetlerle dolaşıyorsa, o belde Müslüman memleketidir.

 

– Bir beldede ramazanda oruç tutuluyor, teravih kılınıyorsa, o belde Müslüman beldesidir…

 

“Verilen cevapları teker, teker not aldıktan sonra, derin bir nefes alarak şöyle devam etti:

 

‘Muhterem cemaat, bir memlekette caminin bulunması, o camide namaz kılınması, o memleketin Müslüman memleketi olduğu anlamına gelmez. Zira biliyoruz ki; Müslüman olmayan bir çok  ülkede, azınlık olarak yaşayan Müslümanlar için camiler vardır ve o camilerde ezan okunur, namaz kılınır. Ama bu memleketler Müslüman memleketleri değildirler. Keza bu memleketlerde Müslümanlar İslamî kıyafet de giyerler, ama o memleketler İslâm diyarı değildir.

 

‘Sözü geçen yerlerde, Ramazan’da oruç tutulur, teravih kılınır, kurban kesilir; yine de oralar Müslüman diyarları değildir. Olamazlar! Çünkü onların kimi Hıristiyan, kimi Budist, kimi de Yahudi memleketleridir.

 

‘Muhterem cemaat! Müslümanlık, sadece camilerle, sadece ezanlarla, sadece ibadetlerle olmaz. Bunlar Müslüman olmak için elzem olan araçlar ve akidelerdir. Hakîki mümin, tavır ve hareketinden tanınır, çevresine verdiği güven duygusu ile bilinir. İşte muhteremler, işin can alıcı noktası buradadır. Eğer bir köyde, bir beldede, bir kasabada, bir şehirde veya bir memlekette, kuşlar insanların avucundan çekinmeden yemlerini yiyebiliyorlarsa, karınlarını doyurabiliyorlarsa, o diyar Müslüman diyarıdır Aziz Cemaat, gerçek ölçü budur. Allah bizlere de böyle diyarlarda yaşamayı nasip eylesin. Amin,’ diyerek ve göz yaşları içinde vaazını tamamlamıştır.”

 

Şimdi hemen soruyorsunuz sessizce: Acaba böyle bir memleket var mıdır? Vardır, vardır değerli okuyucular, vardır. Bu satırların yazarı; kuşların, insan avucundan yem yediklerini bizzat görmüştür. Ve o manzaraya hem çok şaşırmış, hem de çok sevinmiştir. Nerde mi? Boş verin, onu söylemeyelim, moraller bozulmasın.

 

Ahmet MUTLUOĞLU

Üsküdar, 11.10.2008

Kaynaklar:

  1. Mehmet Asanoğlu, Mehmet oğlu, (1905-…)
  2. Ahmet Yavuz, İbrahim Şükrü oğlu, (1915-…)
  3. Resul Atalay, Mehmet oğlu, (1915-…)
  4. Mehmet Hulûsi Mutluoğlu, Ahmet oğlu, (1926-…)

5. Mehmet Mutluoğlu, Musta

SOSYAL MEDYA'DA PAYLAS:

EN COK OKUNANLAR

Buna benzer icerikler
Related

MUHTAR NEREDE (11)

MUHTAR NEREDE   Değerli okuyucular, Zeleka’nın sözlü edebiyatını yazıya dökerken, kadınlardan...

ZELEKA’DA BENZİN İMÂLATI (09)

ZELEKA'DA BENZİN İMALÂTI   Köyümüzün sözlü edebiyatının önemli aktörlerinden biri de,...