ZELEKA’DA BENZİN İMÂLATI (09)

TARIH:

ZELEKA’DA BENZİN İMALÂTI

 

Köyümüzün sözlü edebiyatının önemli aktörlerinden biri de, Muhtar Koçot (Atalay) Mehmet Efendi (1880-1952)’dir. Mehmet Efendi’nin yetişme tarzı, çocukluk ve gençlik şartları ve meşgalesi konusunda derinlemesine bir bilgi yoktur. Halen hayatta olan çocukları; Hatice Asanoğlu (1915-…), Resul Atalay (1916-…) ve İbrahim Atalay (1929-…) da dahil olmak üzere, O’nu tanıyanlar ve bilenler, bildik karizması ile “Koçot” olarak tanır. Yani, ipten adam alıp, ipe adam gönderebilen Muhtar Koçot. Hacı değil, hoca değil. Esnaf değil, tüccar değil. Memur değil, amir değil. Ama gerek Köy’de, gerek çevre köylerde, ve gerekse Çaykara merkezde, tanınan, bilinen, sözü dinlenen, bilgisine başvurulan, ve karşılaşılınca vaziyet alınıp geçilen bir kişidir. Babasının tek erkek varisi olması dolayısı ile, arazisi bölünmemiş olup ailenin geçimi için yeterlidir. Evinde yirmiye yakın büyük baş hayvan beslenir, süt-yoğurt, yağ-peynir, boldur. Ekmek için mısırı da yeterlidir. Buncağız imkânı, zekâsı ile birleştiren Mehmet Efendi, muhtar seçilip, Köy’ü disiplini sayesinde, sorunsuz bir şekilde yönetince, devlet katında da itibar görür. Devletteki itibarı arttıkça, Köy’de ve çevre köylerde de karizması pekişir, saygınlığı artar. Birbirini tamamlayan bu devinimsel şartları iyi değerlendiren “Koçot” kırk yıla yakın bir süre, demir yumruğu ile Köy’ü yönetir, aynı zamanda da çevreden korur. O’nun zamanında, çevre köylerde de O’nun bilgisi olmadan, önemli bir faaliyet vuku bulamazdı. Çevre köy muhtarları, bir faaliyette bulunacağı zaman, O’ndan müsaade istemese de, mutlaka bilgilendirme ihtiyacı duyardı. Zira, yarın O’nun vetosunu yiyecek bir işin gerçekleşme şansı yoktu. Köy’de bir numaralı adamı Taka Osman Efendi ise, iki numaralı adamı da Koca Dede İbrahim Efendi’dir. Bunlar yakın komşusudur da aynı zamanda. Yaşları da yakındır birbirine, dünya görüşleri de. Fırsat buldukça birbirlerini ziyaret eder, sohbetleşir, şakalaşırlar. Bu yolla günlük hayatlarındaki resmiyetten sıyrılıp, deşarj olurlar bir nevi.

 

Günlerden bir gün, yine Köy ve Köylünün problemleri ile boğuşup yorulan Koçot, kahvesini içip bir iki takılayım diye İbrahim Efendi’ye uğrar öğleden sonra. Selâm hoşbeşten sonra, cezve ocağa verilir, mis gibi kokan hakiki Yemen Kahvesi pişer, sohbet koyulaşır, sohbetin kahkahaları, kahvenin hoş kokusuna karışıp evin üstündeki yoldan geçenlere kadar ulaşır. Koçot bu zevki bir de altın sarısı Muş Tütünü ile perçinlemek ister. Tabakasını açar, sigarasını sarar, aheste bir tavırla ağzının sağ yanına yerleştirir. Ateşlemek üzere İngiliz kumaşı, lacivert yeleğinin cebinden, ismiyle müsemma, muhtar çakmağını çıkarır, çakar fiyakayla. Ama ateşlemez çakmak. Benzini bitmiştir.

 

Çaykara’nın sayılı esnaflarından olan İbrahim Efendi’de hemen hemen aranan her şeyi bulmak mümkündür. Ve bu aranan şeylerden biri de çakmak benzinidir.O zamanlar sigara tütün olarak alınır, ince sigara kağıdından tutun da gazete kağıdına kadar bulunabilen her çeşit kağıda sarılarak içilirdi. Sigaranın yakılması için de pahalıya gelen kibrit yerine, benzinli çakmak kullanılırdı. Bu çakmakların en yaygın olanlarına da “muhtar çakmağı “denirdi. Muhtar çakmağının namı ise benzini az tüketmesi ve ekonomik olmasından kaynaklanmaktaydı. İbrahim Efendi’nin konsolu üzerinde her zaman büyükçe bir şişe benzin bulunur, köyün ileri gelenleri, “geri gelenleri” çakmaklarının benzini tükenince, gelir buradan müsaade alarak çakmağını doldurur. Herkes doldurur diyoruz, zira İbrahim Efendi, köyde yediden yetmişe herkesle iyi ilişkiler içindedir. Gençleri, yaşlıları, fakir zengin ayırt etmeksizin, yanına çağırır, sohbet eder, kahve ikram eder, gönüllerini alırdı.

 

İbrahim Efendi’nin bu benzin işine kafası bozulur bir ara; imkânı olmayanları anladık da, imkânı olanlar niye buradan doldurur çakmağını. ”Neden onlar da almazlar birer şişe benzin evlerine. Hem böylece belki onların da bir hayrı dokunur birilerine” diye düşünür ve kıvrak zekasını bu sefer şeytani bir şekilde kullanmaya karar vererek, boşalan benzin şişesini çişiyle doldurur, kapar şişeyi, dışardan suya tutup durular ve konsolun üstüne eskisi gibi yerleştirir. Ertesi gün, gelen müsaade alır, çakmağını doldurur gider. Bunlardan biri de Katırcı Kâtip’tir. Kâtip, yazın o sıcağında, Çaykara’dan yüklediği yükünü altı saatlik yoldan yaylaya götürmek için bir saattir yoldadır. Kan ter içinde İbrahim Efendi’nin yol üstündeki evinin yanından geçerken benzini biten çakmağını hatırlar. Atını evin üstündeki karayemiş ağacına bağlar ve “Efendi!” diye seslenerek İbrahim Efendi’nin serin ve gül yağı kullandığı için hoş kokulu odasına dalar. Her zamanki gibi müsaade alarak çakmağını doldurur benzinle ve yolunun uzun olduğu ve gitmesi gerektiği mazeretini belirterek kahve teklifine teşekkür ederek evden çıkar. Atının dizginini çözer, boğazına bağlayıp hayvanı yola koyar. Kendisi de atın peşinden aheste aheste yol alırken tabakasını çıkarır, akşam evde idare lambasının loş ışığında, Çaykara’da Taka Osman Efendi’nin dükkânından aldığı gazete kâğıdından itina ile keserek hazırladığı sigara kâğıtlarının birini sol elinin işaret ve orta parmakları arasına yerleştirir. Sağ elinin baş, işaret ve orta parmakları ile de, yaylada Akçaabatlı kaçakçılardan tam 5 lira ödeyerek aldığı altın sarısı tütününden bir tutam alır ve itina ile kâğıdın ortasına yerleştirir. O arada Şako Ahmet Efendi’nin “Aç tabaka, sar sigara, olmasın sarma gibi. Hafif olsun, ince olsun, olmasın yağma gibi” deyişini hatırlar ve kağıdın ortasına yerleştirdiği tütünün bir kısmını geri tabakaya koyup tabakayı kapar, itina ile ceketinin iç cebine yerleştirir. İnce narin sigarasını ustaca sarar, tükürüğü ile ıslatıp yapıştırır. Sigarayı sağ eline alır, elini Eğridere Köyüne doğru uzatarak eserini seyrederken “nefis olmuş” diye mırıldanır. Hevesle narin sigarasını ağzına koyar, geniş ağlı pantolonunun sağ cebinden, biraz önce “benzin” doldurduğu çakmağını çıkarır, büyük bir mutlulukla çakar. A a! Hayatta teklemeyen çakmak çaktı, fakat fitil ateş almadı. Bir daha, bir daha, bir daha çaktı, ama nafile; çakmak yanmadı. Benzin koymadım mı diye şüphelendi. Benzin deposunu çıkardı, kapağını açtı. Depo doluydu. İçindeki pamuk ile fitil de benzine doymuştu. O arada “benzinlenip” ıslanan ellerini de benzin lekeyi çıkarır diye, ceketinin lahana damlattığı lekeli kısmında silerek kurular. Yoldan geçmekte olan Rendeci Ahmet’ten ateş rica eder, sigarasını yakar. Çakmağının bozulmasının burukluğu ile, sert sigarasının dumanını ciğerlerinin ta derinliklerine indirir, ağzını şişirip dumanın bir kısmını burnundan, bir kısmını da ağzından fırlatırcasına dışarı atınca, rahatlar ve bu rahatlıkla çakmağı unutup yoluna devam eder.

 

Gün boyu epey kişi gelmiş çakmağını doldurmuştur, İbrahim Efendi’nin şişesinden. Birbirinden habersiz, çakmaklarının bozulduğunu zannederler. Açıkçası, argo deyimi ile, İbrahim Efendi’nin numarasını yerler, yutarlar.

 

İşte o gün ikindi namazından sonra gelip İbrahim Efendi’nin sunduğu kahveyi, sigarası ile tellendirmeyi tasarken, çakmağının yanmadığını fark eden Koçot da; “Efendi, çakmağımın benzini tükendi yine, doldurabilir miyim?” der İbrahim Efendi’ye. O da alışılmıştan daha nazik bir eda ile “Tabi Efendi, sorması mı olur, buyur al, kendi elinle doldur zahmet olmazsa” diye yanıtlar Muhtar’ı. Koçot, uzaktan bakınca, renginden şüphelendiği şişeyi eline alır, evire çevire yakından inceler. Bir daha inceler. Emin olmak için tekrar inceler ve İbrahim Efendi’ye döner: “Efendi! Bu nedir? Benzinden ziyade, eşek çişine benziyor,” diyerek boş çakmağını cebine, şişeyi de konsolun üzerindeki yerine koyar. Sobanın altındaki kibrit ile sigarasını ateşler, biraz dalgın biraz da hüzünlü bir şekilde kahvesini yudumlamaya başlar.

 

Foyası meydana çıkan İbrahim Efendi, muzipliğinin Koçot’a dokunmasına bayılır, kendini tutamaz, kahkahayı patlatır ve kutlar Muhtar’ı. “Sana helâl olsun “e” Koçot. Bugün en az on kişiye yedirdiğim numaramı yakaladın. İyi bir kahve daha hak ettin. Alacağın olsun” der ve kahkahasını sürdürür. İbrahim Efendinin, “benzetmeye” bozulmadığını gören Koçot da katılır kahkahaya bu sefer. Uzunca bir süre devam eden kahkahalarının sebebini, gelenlere de anlatırlar . Böylece bu güzel hikâye Köy’e yayılır. Günlerce  anlatılır. Unutulmaz bir zenginlik olarak nesilden nesile nakl-i miras olarak bizlere kadar ulaşır. Darısı bizden sonra gelenlerin başına. Şimdilik de kalın sağlıcakla.

 

Ahmet MUTLUOĞLU

Üsküdar, 03. 07. 2008

KAYNAKÇA:

  1. Resul Atalay, Mehmet Oğlu, (1915-…)
  2. İbrahim Atalay, Mehmet Oğlu, (1929-…)
  3. Mehmet Şenoğlu, Mustafa Oğlu, (1939-1990)
  4. Ali İlhan Atalay, İbrahim Oğlu, (1956-…)

 

 

SOSYAL MEDYA'DA PAYLAS:

EN COK OKUNANLAR

Buna benzer icerikler
Related

MUHTAR NEREDE (11)

MUHTAR NEREDE   Değerli okuyucular, Zeleka’nın sözlü edebiyatını yazıya dökerken, kadınlardan...

MÜSLÜMAN DİYARI NEREYE DENİR (10)

MÜSLÜMAN DİYARI NEREYE DENİR Değerli okuyucular! Farkındaysanız, köyümüz ve köylülerimizle...