MUHTAR NEREDE
Değerli okuyucular, Zeleka’nın sözlü edebiyatını yazıya dökerken, kadınlardan pek bahsetmedik şimdiye kadar. Erkeklere öncelik verdik doğrusu. Zira tarih boyunca onların sesi daha çok duyuldu. Hanımlar okuyamadı, hanımlar yazamadı, hanımlar Zeleka’dan Çaykara’ya inemedi. İşten güçten, çocuk doğurup doyurmaktan, dağı taşı yolup eve taşımaktan zaman bulup kendilerine vakit ayıramadı. Arkadaş sohbetlerini kırk kilo yükün altında, yoldaki karşılaşmalarda yapabildi ancak. Erkeklere rastlayınca, selâm vermek, hal hatır sormak şöyle dursun; yüzünü kapayıp, yoldan mümkün olduğu ölçüde aşağı çekilerek yol verir; sonra çekingen, korkak, adeta suçluymuşçasına yoluna devam ederdi. Çünkü gerçek hayatta da erkeğin çok aşağısında ve gerisinde olduğuna inandırılmıştı. Of’a inip denizi göremeden, Trabzon’u tanıyamadan nice ninemiz öteki dünyaya göç etti eski devirlerde. Ama buna rağmen sesini, sözünü günümüze kadar duyuran Zeleka Kadını da yok değildir. Bu cesur insanlar, erkeklere oranla azınlıkta kalsalar da, ulaştılar günümüze etkileyici tavırlarıyla, sözleriyle ve hikâyeleriyle… Sırası geldi önder oldular topluma, sırası geldi lâf dinlettiler köylüye. Bazılarının hikâyeleri ulaştı günümüze kadar, çınlatarak tarihin karanlıklarını.
İşte bu çilekeş, bu saf ve temiz analarımızdan bir tanesi de, hayatının önemli bir kısmını köyümüzde geçiren “Samanca”dır. Gerçek adı Sakine’yi kendisi bile unutmuş gibiydi. Zira, hareketli hayatına pek yakışmıyordu bu isim. Çileyi yaşadı. Yetimliği gördü, savaşlarla büyüdü, diz boyu sefaletle yoldaş oldu. Ama her şeye rağmen tutundu hayata. Savaştı yılmadan zor şartlarla. Hayatı hafife almasını, şakalarıyla insanları güldürmesini de becerdi onca meşakkat arasında. Gün oldu, görücü usulle evlendirilip sevemediği kocasından boşanmak için ineklerin arka ayaklarına koydu yemlerini, hatasını bulup boşasınlar diye. Gün oldu, etrafındakileri güldürmek için, Of’ta ilk gördüğü heykele karşı yüzüne kapadı peştemalini, namahremle karşılaştım diye. Bütün bu muzipliklerine karşılık, “Samanca” lâkabı verildi kendisine ve bu isim taşıdı onu günümüze kadar.
Aslında benim çok sempatik bulduğum bu lâkap, Sivas’ın Divriği İlçesi’nde bir derenin adıdır. “Merhaba arkadaşlar, ben de samanca deresi köylerindenim” (www.alevilerizbiz.com) alıntısından anlaşılacağı gibi. Kim bilir, Zeleka’ya yerleşen ilk iki aileden biri olan Samanca’nın sülalesi, “Şerifoğulları”, belki de aynı derenin köylerinden göçmüştür köyümüze. Belki de büyükleri, buna binaen verdiler bu hareketli çocuklarına bu ikinci adı. Keza, bizim lâkap olarak bildiğimiz bu adı, Akdeniz Üniversitesi öğretim üyelerinden Yrd. Doç. Dr. Nehir Samanca’nın ataları soy ismi olarak almıştır (Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Anabilim Dalı öğretim üyelerinden Yrd. Doç. Dr. Nehir SAMANCA’nın www. akdeniz. edu. tr/tip/web/akdeniz/kararlar/2003. doc alıntısından da anlaşılacağı üzere). Diğer taraftan, Samanca’nın İspanyanın Başkenti Madrit’in bir semti olduğunu da şu alıntıdan anlamak mümkündür: (L’hôtel est situé à Madrid, dans le quartier de Samanca… www.clever-hotels.com/fr/Hôtel/NH%20Sanvy/).
Neyse, lâkabı isminden güzel Samanca’mız, köyün girişindeki Akyüz’lerdendir (Kuskarlar). Daha önceki yazılarımızda sözü geçen ve bizim kuşağın tanıdığı İsmail Akyüz (1890-1976) ve Mehmet Akyüz (1910-1982)’lerin amca kızıdır. 1884 Yılında Zeleka’da, halen İsmail Kuskar’a (Akyüz) ait olan evde dünyaya gelir. Adını Sakine koyarlar. Babası Mustafa Şerifoğlu (daha sonra Kuskar, 1934’ten sonra da Akyüz) Sakine’nin iki ağabeyini de yanına alarak, para kazanmak üzere Rusya’ya gider. Çıkan karışıklıklar ve savaşlar sonucu bir daha dönemezler. Akıbetleri meçhuldur. Kimine göre makam, kimine göre de servet sahibi olmuşlardır oralarda. Kimine göre ise savaşlarda şehit oldular. Ama tek bilinen gerçek, bir daha dönmedikleridir. Sakine, annesi ve kardeşi Fadime ile, yetim ve yoksul bir hayat içinde büyür. İlk evliliğini erken yaşta, Eğridere Köyü’nde yapar. Sevemez tanımadan evlendirildiği kişiyi. Daha önce bahsettiğimiz, inekleri ters yedirme numarası ile sıyırır bu evlilikten. İkinci evliliğini, Yılmaz (Yunus)’lardan Hasan Rendeci (Yulduza)’nin dayısı ve Bekir Yılmaz’ın akrabası, Mustafa Yılmaz ile yapar. Bu evlilikten Kızı Ayşe (1915-1990) dünyaya gelir. Ayşe doğdu doğmadı, Mustafa şehit olur Sarıkamış-Allahuekber dağlarında donarak seksen bin Civan ile beraber. Kahramanımız dul kalır bir başına yavrusu ile. Daha sonra iki evlilik daha yapar Zeleka dışında. Maçka-Gürgenağaç Köyü’nü, Of- Zisino (Bölümlü) Köyü’nü tanır. Biri kız üçü erkek, dört çocuğun daha sahibi olur. Ayrılır onlardan da çeşitli sebeplerle. Peşlerinden yaktığı ağıtlar çınlatır Kale’nin vadilerini hâlâ. Ömrünün son yıllarını baba evinde tamamlar. Diğer bir amcaoğlu olan Hamit Akyüz’lerde sohbet için oturmaya gittiği bir akşam aniden hastalanır. Kısa bir hastalıktan sonra, orada ölür (1948) ve aile mezarlığında defnedilir. Son yıllarda, halen hayatta olan ikinci kızı tarafından türbesi yaptırılır, mezar taşı yazılır.
Benim Samanca ile ilgili anlatacağım öyküyü, 1990’lı yıllarda yayla komşumuz Ramazan Taka’dan dinlemiştim. Ramazan Ağabey (1940-…), o zamanlar köyün muhtarı olan Numan (Alika) Aydın (1951-…) gibi yayla komşumuzdur. Bir gün, taşınca, eve zarar vermesin diye, evimizin hemen arkasından geçen arkın kumunu boşaltırken yanıma gelir ve “Kolay gelsin Hoca, ne yapıyorsun” diye sorar. Ben de yaptığım işi ve sebebini anlatınca; peşisıra gelmekte olan Muhtar’a duyururcasına, “Sen niye kazıyorsun, Muhtar nerede…” diye haykırır ve akabinde şu hikâyeyi anlatır:
Birinci Dünya Savaşı’nın dünyayı kasıp kavurduğu zamanlardır. Doğu Karadeniz Bölgesi ile beraber Çaykara ve dolayısı ile Zeleka (Taşören) Köyümüz de işgal tehlikesi ile karşı karşıyadır. Halk tedirgin. Eli silah tutanlar silahını, kazmasını, çapasını kapmış Of’a inmiştir, düşmana karşı koymak için. Çetin mücadeleler neticesinde Çaykara-Dernekpazarı ve Of Halkı (o zaman Of olarak tek ilçedirler) 17 gün kahramanca direnir Ruslara karşı. Ama nihayetinde, yalnız iman gücü ile verilen bu mücadelenin sınırlı bir mukavemeti vardır. Zira düşman güçlü bir ülkedir. Uzatmayalım, birçok şehit verilir. Bir kaç katı kadar da yaralı vardır. Mukavemet kırılır ve Ruslar Of’u da işgal etmeye başlarlar. İşgal o zamanın şartlarında yaya olarak ve atlarla yürüyerek yapıldığı için köyden köye geçmek suretiyle olur.
Nihayet gün gelir sıra Taşören’e de gelir. Millet korku ve panik içinde öteye beriye koşuşur. Yaşlılardan, bilge kişilerden akıl danışılır. İşin vehametini anlayan kadınlar, çocuklar, ağlaşır. Bağıranlar, çağıranlar, koşuşanları ile, köy büyük bir kaos yaşamaktadır. Samanca da durumu şaşkınlıkla izlemekte, olup bitene anlam verememektedir. Öyle ya, yangın yok. Yağmur, sel, zelzele de yok. Kimse de ölmemiş. Ne oluyordu bu insanlara ki böyle bağrışıyor, çağrışıyor ve koşuşturuyorlardı.
Nihayet dayanamaz, koşuşturan kalabalığa yüksek sesle sorar:
– “Ne oldu size, niye ağlıyorsunuz? Biri mi öldü? Ne var?
Kalabalığın içinden ağlamaklı bir ses cevap verir:
-Görmüyor musun, gâvurlar Asimato’dan (karşı köy Yeşilalan’ın kuzeyden giriş tepesi) aşağı kum gibi akıp geliyorlar. Mendil alıp oynayalım mı? Biraz sonra gelip hepimizi kılıçtan geçirecekler.
Samanca sakin bir eda ile bir sağına bir soluna, bir önüne bir de ardına bakar. Kalabalıkların içinden birini aramaktadır sanki. Sonra, sağ elini gözlerinin üzerine koyarak, Asimato Tepesi’ne derinlemesine ve dikkatlice bakınca, akmakta olan insan selini fark eder ve ürperir. İşin ciddiyetini kavrar ve kalabalığa dönerek, O da bağırmaya başlar:
–Nerde Muhtar! Ne b…k yiyor. Niye gidip çevirmiyor onları…
O günden sonra, köyün bir işi olunca, kaytarmak isteyenler, “Nerede bu muhtar, ne … yiyor, niye kendisi yapmıyor bu işi de bizi çağırıyor?” diye latife yaparak Samanca’nın deyişini tekrarlar ve geride hoş bir seda bırakanların, ölümlerinden yıllar sonra da aramızda yaşadıklarını kanıtlarlar adeta.
Ahmet MUTLUOĞLU
Üsküdar, 04. 11. 2008
Kaynaklar:
- Kamil Baştürk, Abidin oğlu (1936-…)
- Mehmet Gezgin, Asim oğlu (1935-…)
- Ramazan Taka, İrfan oğlu (1940-…)