Henüz 4-5 yaşlarındaydım. Fakirlik, hepimizin yaşamına işlemiş, evin içine sinmişti adeta.
Daha evvel yazmıştım sizlere; dedem babama annemi istemeye gittiklerinde, içindeki kaygıyla söylenmiş bir sözü hafızalara kazınmıştı: “Ya verirlerse ne yapacağız?”
Bu söz, o yıllardaki çaresizliğimizin, fakirliğimizin ne denli derin olduğunu özetler gibiydi.
Amcamlar o yaz köye gelirken büyük, ahşap kasnaklı, kocaman bir radyo getirmişlerdi.
O dönemde radyo kimsede yoktu, o kadar ki köyde bir Keşaflar’da radyo vardı ve milletin ağzına pelesenk olmuştu: “Keşafun radyosi oyle soyleyi,” derlerdi.
O dönem kimsede radyo olmadığı için radyo sahibi olmak sanki kalbur üstülük sayılırdı.
Radyo dedemin tekelindeydi. Sabahları saat tam yedide sabah türküleri ile başlardı evimizdeki yayın, ardından saat yedi buçukta haberler okunurdu. Radyonun sesi evi doldururken biz çocukların gözleri heyecanla parıldardı. Amcamlar Almanya’ya döndükten sonra köydeki hayat yine kendi seyrine döndü.
Babam dükkâna gitmişti, annem ve kadınlar odun yapmak için ormana gitmişlerdi.
Dedem odada radyoyu açmış, o güzel türküler eşliğinde vakit geçiriyordu. Ninem ise evin altındaki tarlada çalışıyordu. O sırada, aşağıdan yukarıya doğru giden bir teyze, evin önünden geçerken radyonun sesini duydu. Ninemin tarlada çalıştığını görmemiş olacak ki kendi kendine, ama duyulacak kadar yüksek bir sesle şöyle dedi: “Amma da radyoluk ev…”
Bu söz ninemin içini acıyla doldurdu. Çaresizliğin izlerini taşıyan o zor günlerde bu tür bir söz insanın kalbine kor gibi düşerdi.
Ninem, o an bir şey diyemedi, yutkundu da yutkundu. O teyzenin arkasından bakakaldı ama içine bir yara, bir sızı yerleşti.
Aradan geçen yıllarla birlikte yavaş yavaş düzene kavuşmaya, dara düşen hallerimiz biraz olsun toparlanmaya başlamıştı. Zaman geçti. Fakirliğin izleri silindikçe, hayat bizim için biraz daha kolaylaştı. Artık yeni bir ev yapacak güce geliyorduk. Dedemin ısrarıyla, temel atmak için karar alınmış, amcamlar Almanya’dan izne geldiğinde bu karar daha da netleşmişti ve sonunda, altı gözlü, büyük hayatlı koskocaman bir ev inşa etmiştik.
Eski evdeki çaresizlik yerini yeni umutlara bırakmıştı. Ev tamamlandıktan sonra, yine bir gün dedem yeni evde yeni odada radyoyu açmış, türküleri dinliyordu. Ninem ise her zamanki gibi tarlada çalışıyordu. Derken yıllar önce ninemin kalbine kor gibi düşen o sözü söyleyen teyze yine yoldan geçiyordu.
Ninem o an onu gördü. İçindeki sızı yıllar sonra yeniden alevlendi. Dayanamadı, teyzenin ardından seslendi: “Şimdi evde radyo çalabilir miyiz?”
Teyze, yeni yapılmış büyük eve doğru baktı, gözleri evi süzdü. Hafifçe gülümser ve manidar bir şekilde cevap verdi: “Şimdi her odasına bir radyo koyun…”
Evet, artık bizim de her odasına radyo koyabilecek bir evimiz vardı. Ama hikâyenin bize öğrettiği başka bir şey daha var: İnsanın yoksulluğu, çaresizliği bir gün geçse de o dönemde yaşanan olaylar, duyulan sözler ve hisler kolay kolay unutulmuyor.
Bu icerik www.caykaragazetesi.com alintidir.