ALLAH’IN KASIM’A ÇOK BÜYÜK İYİLİĞİ
Benim Kasım Rendeci’yi tanımam, (Karahasanoğlu) Süleyman Kara (1915-1962)’nın oğlu Mehmet (1940-1990) ile Hasanefendioğlu Mehmet Taka (1920-1985)’nın kızı Ayşe’nin (1940-…), 1958 yılı kış aylarından birinde yapılan düğünleriyle olur. Köyün girişindeki Şerifli Mahallesi’ndeki evimizde oturuyorduk o aylarda. O aylarda diyorum, zira çocukluğumda, tümünü belleyip işlediğimiz tarlalarımıza gübre temin etmek için, kışın bir kısımını orada, geri kalan kısmını da köy çıkışındaki Demirci (Kutri) Mahallesi’ndeki evimizde ikamet ederek geçirirdik. Bu nedenle her iki mahalledekilerle komşuyduk. İşte bu “aşağıki ev” diye tabir ettiğimiz ev komşularımızdan Mehmet Bey’in düğününde; Salih Kara (1932-…)’nın oğlu Mehmet Kara (1952-…), damadın kardeşi İbrahim Kara (1953-…) ile beraber düğünün yolunu kesmeye karar veririz. Yaşımızın küçüklüğü nedeniyle, yol yordam bilmediğimiz için de, elimizdeki fasulye çubuğunu, Karahasanların evlerinin üstünden geçen ve ancak bir kişinin sığabildiği patika yolun duvar taşlarının arasına sıkıştırır, düğüncüleri beklemeye koyuluruz. Normalde beklenir, öndekiler geçer, gelin yaklaşınca hemen önündeki kayınpederin yolu kesilir. Yasa, töre tanımayan biz küçük haramiler, baştan keseriz düğünün yolunu. Düğün gelir dayanır fasulye çubuğumuza. En önde, elinde asasıyla, uzun boylu, beyaz sarıklı, cübbeli, aksakallı bir dede vardır. Önünde fasulye çubuğu, çubuğun arkasında da üç silahşörü görünce, gülümseyerek arkasına döner, ince sesiyle seslenir:
“Süleyman Efendi! Baksana bu delikanlılara; bir şey istiyorlar galiba”
Yine hatırladığım kadarıyla, orta boylu ve ince yapılı olan kayınpeder Süleyman Bey ileri çıkarak Hacı Kasım’ın yanına gelir. İki avucun birbirine kapanmasına benzeyen özel bozuk para cüzdanını açar ve o zaman bizim için çok değerli olan birer sarı elli kuruş verir bize. Böylece yol açılır, gülüşmelerle gelin eve doğru inmeye devam eder.
Kasım Rendeci, 1877 yılında, Doksan Üç Harbi diye anılan 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi’nin cereyan ettiği ve ülkede seferberliğin ilân edildiği kasvetli bir zamanda, Rendeci Mehmet (1830-1915) ile Huşo (Işıklı) Mahallesi’nden Şakoğulları’ndan Fatma (1836-1922)’nın üçüncü oğlu olarak dünyaya gelir. Klâsik mahalle mektebi eğitiminden sonra, devrin tanınmış âlimlerinden, Müftü Hudekoğlu Numan Efendi (1860-1929’nin yanında, Arapça, Farsça ve siyer, tefsir gibi dersler alır. Genç yaşta, dayıkızı Havva (1884-1921) ile evlendirilince geçim derdine düşer ve eğitimini tamamlayamaz. İlk hanımından; Salihe (1896-1991), Ayşe (1899-1929), Muhammet (1903-1990), Fatma (1908-1988), Naile (1914-1974) ve Ahmet (1921-1997) dünyaya gelir. Havva ölür; yerine, aynı sülâleden I.Havva’nın yeğeni II. Havva (1893-1961) gelir. Ondan da; Mustafa (1925-1999) ile Süleyman (1927-…) dünyaya gelir.
Geçim savaşına katırcılıkla başlar. İhtiyaç duyulup çağrılınca hızarcılık yapar. Terziliği öğrenir, terzi dükkânı açar köyde. Sünnetciliği öğrenir, o işten de para kazanır. Bunlarla yetinmez Kasım. Çocukları kalabalıktır. Daha çok araziye ihtiyacı vardır. Başka illere göçen akrabalarının arazilerini satın alır, borçlanır. O zamanın modası, Rusya’ya çalışmaya gider. Bol miktarda kazanıp koynuna doldurarak hasta numarası ile kontrol edilmeden sınırdan geçirdiği Rus Manatları (o zamanki Rus para birimi.) 1917 Rus İhtilâli ve sonrasındaki yeni hükümetle geçersiz hale gelir. Dükkân açar Çaykara’da. Esnaf olur, ama o işi de sevmez. Bir taraftan birşey satın alsın diye müşteri beklemek, diğer taraftan, malı ve fiyatını kabul ettirmek için kırk dereden su getirmek, yemin billâh etmek onun işi değildir. Satar dükkânını Kayaoğlu Müslim Efendi (1879-1960)’ye. Ekibini kurar, Bergama’nın Kozak Nahiyesi’ne hızarcılığa gider. Köyümüz Kozak Hızarcıları’nın öncüsü olur. İş alır, işe koyulur. Yirmi gün sonra postacı koşa koşa bir telgraf getirir. Büyük bir sel Çaykara’yı tamamen götürmüştür, sattığı dükkân dahil (1929). Sadece cami kalmıştır. Haberleri nahiye müdürü ile telgrafın başında alır gece boyunca.
Beslenen 25-30 büyük baş hayvan. Gelinler, torunlar. Köyde, komda, yaylada yeni evler, mücadeleli bir hayat arasında, Gavuş İbrahim Efendi’nin (Koca Dede) yanında hocalık tahsilini tamamlama, Zeleka Cami’sinde imamlık… Daha sonra talebe okutma, hafızlık yaptırma ve nihayet benim tanıdığım yıllarda, güneşli havalarda balkonda kitap okumakla geçen uzun emeklilik ve ihtiyarlık yılları.
1975 yılında, 98 yaşında, az ağrı, âsân bir ölümle Zeleka’ya eyvallah çeken Kasım Rendeci’yi, “İz Bırakanlar” kervanına katan asıl sebep, bu maceralı ve çok yönlü mücadeleci hayatı yanında, belirgin hasleti olan unutkanlığıdır. Çaykara’da esnaflık yaparken, defalarca ayakkabı giyinmeyi unutur, mestleri üzerinde yürüyerek iner çarşıya. Zeleka’da imamlık yaparken tuvalete girer, uzun kuşağını çözer, yarısı dışarıya sarkar vaziyette kapının üzerine atar. İşini görür, kuşağını unutur gider. O gün akşama kadar, caminin tek gözlü tuvaletine dayanan ahâli, tuvaleti meşgul sanır; ihtiyacını görmek için utana sıkıla çevredeki evlerin tuvaletine gider.
Kalın bir halatı vardır Kasım’ın. Ağır işler için köylülerce ödünç alınır, iş görülür geri getirilir. Bir defasında, halat alınmış, ancak aradan epey zaman geçmesine rağmen geri getirilmemiştir. Gelin görün ki, halatı verdiği kişiyi, hatta verirken yanındaki şahiti unutmuştur Kasım. Canı sıkkındır. Ne yapsam ne etsem diye düşünürken çözümü bulur; tek tek gördüğü herkese, “halatımı aldın, niye getirmiyorsun” diye sormaya karar verir. Zira “aldın mı” diye sorması durumunda inkârla karşılaşma tehlikesi söz konusudur. Onun için kararlılıkla ve biraz da hiddetle ilk soruyu sormaya başlar her gördüğüne. Kiminden utanarak, kiminden de sıkılarak, “Yok Efendi, ben sizden halat almadım, her halde bir karışıklık söz konusu, alsam getirirdim” ve benzeri cevaplar alır. Bu yolla köyün yarısını sorguladıktan sonra, bir gün, Muhtar İbrahim Çiftçi (1897-1972) ile karşılaşır caminin yanında. Ona da, yine sert bir üslupla aynı soruyu sorunca, arkadaşı olan İbrahim, patlamalı sert bir sesle cevabını verir:
“Benimle ne alakası var Koca İhtiyar, halatı sizde otururken … almıştı.” Böylece Kasım’ın halatı ortaya çıkar.
Kasım’ın unutkanlığı ile ilgili en meşhur hikâye, hocası Gavuş İbrahim Efendi’yledir. Olgun yaşlarında, gençliğinde yarım bıraktığı tahsilini tamamlamaya karar verir ve Gavuş İbrahim Efendi’den ders almaya başlar. Dersler de iyi gitmektedir. Ama gelin görün ki Kasım her gün bir şeyini unutur gider dersten sonra. Bir gün kitabını, bir gün defterini, başka bir gün kalemini… Gözlüklerini unutup Hoca Efendi’nin evinden çıktığı bir gün, Koca Dede arkasından haykıra haykıra evin önüne çıkar:
“Ola Kasııııım! Ola Kasıııım! Ola! Allah sana ne büyük iyilik yaptı. Ola Allah sana ne büyük iyilik yaptı. Ola! Allah sana bu büyük iyiliği yapmassa ne yapacaktın…”
Kendisinden sadece yedi yaş büyük olmasına rağmen, hocasına çok büyük bir hürmeti olan Kasım, korku ile geri döner yarı yoldan. Allah Allah, Efendi bir rüya mı gördü benim için, yoksa bir şey mi âyan oldu ona diye düşünerek ve koşa koşa hocasının önüne gelir.
“Buyur Efendi, bir emriniz mi vardı” der çekine çekine.
İbrahim Efendi yüksek sesle devam eder:
“Ola! Allah sana çok büyük bir iyilik yaptı. Şeylerini üzerine bağladı. Yoksa sen onları şimdiye kadar çoktan bir yerde unutur kaybederdin,”der ve kahkahalarla gözlüklerini talebesine uzatır.
Bu hikâyeler de, Koca Kasım’ın, Rendecioğulları’na,dişi tırnağı ile çalışıp satın aldığı araziler ile çalışma azim ve gayreti yanında, unutkanlığını da miras olarak bıraktığına şahitlik eder, Zeleka tarihinde.
Ahmet MUTLUOĞLU
Çamlıca- İstanbul, 29.03.2009
Kaynaklar:
- Hafus Mehmet Çiftçi, İbrahim oğlu, (1926-…)
- Süleyman Rendeci, Kasım oğlu (1927-…)
- İsminaz Rendeci, Mehmet Kasap kızı, (1931-…)
- Fatma Aslan, Kamil Şahin (Şak) kızı, (1933-…)
- İbrahim Rendeci, Mustafa oğlu, (1948-…)
- Dursun Ali (Mustafa) Karaoğlu, Süleyman oğlu, (1950)
- Ali İlhan Atalay, İbrahim oğlu, (1956-…)
- Ahmet Aslan, Ömer oğlu, (1957-…)
- Mustafa (Ayhan) Teke, Mehmet oğlu, (1959-…)
- Osman Rendeci, Süleyman oğlu, (1965-…)
- Ali Rendeci, Süleyman oğlu, (1969)
- Halil İbrahim Karaoğlu, Mehmet oğlu, (1975-…)